ALBAY HULUSİ YAHYAGİL AĞABEY Hulûsi Yahyagil ağabeyimiz 1895 Elazığ/Harput doğumludur. 25 Temmuz 1986 tarihinde 91 yaşında iken Elazığ’da vefat etmiştir. Kabri Elazığ’dadır. Hulûsi Ağabey Yüzbaşı rütbesinde iken, Bediüzzaman Hazretlerini 1928 yılında Barla’da ziyaret etmiştir. 1950’de Albay rütbesiyle Denizli’den emekli olmuştur. Kendi ifadeleriyle sadece beş veya altı defa Hz. Üstad’la görüşmüştür. Saff-ı evvel ağabeylerimizden birisi, belki de en birincisidir Hulûsi Ağabey. Üstad’ımız öyle diyor: “O kardeşimiz birinciliği daima muhafaza ediyor.” (Kastamonu Lâhikası, 244) Gavs-ı Azam Hazretleri de bir fıkrasında, Risale-i Nur’un bu ilk muhatabına: “Hulûsi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman, Bekir gibi sadık hizmetkârlar ve Sabri gibi tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş” diye sarihan işaret ediyor. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 152) HULÛSİ AĞABEYDEN DİNLEDİĞİM İLK DERS: İHLÂS… Sene 1969. O yıllarda İzmir’de henüz hiç Risale-i Nur dersanesi yok... Mustafa Birlik ağabeyin Patlıcancı Yokuşu sonundaki evinde oluyordu dersler. Salı akşamları bu eve gidiliyordu ders için. O sırada Ankara’da talebeyim, İzmir’e izne gelmiştim. Derse gittim. “Hulûsi Ağabey geldi” dediler. Sekiz on kişi gibi çok az bir cemaat vardı. Hulûsi Ağabey: “Okunmasını istediğiniz bir mevzu var mı?” diye sordu. Cemaatten birisi: “İhlâs okuyalım ağabey” dedi. Hulusi Ağabey: “Ne o, ihlâsınız mı azaldı yoksa?” diye latife yaparak derse başladı. Birkaç gün sonra Ankara’ya döndüğümde baktım, Hulûsi Ağabey de, İzmir’den Ankara’ya gelmiş. Ağabeyimiz İhlâs Risalesi’nin ehemmiyetini ve 15 günde bir okunmasının bir emir olduğunu uzunca izah ettikten sonra, İhlâs dersini İzmir’deki gibi tekrar okudu. HULÛSİ VE RE’FET AĞABEYLER İLK DEFA GÖRÜŞÜYOLARDI Nur’un iki muazzam kumandanı Albay Hulûsi Bey ile Yüzbaşı Re’fet (Barutçu) Bey, ömürlerinin çoğunu Bediüzzaman ve Risale-i Nur hizmetleriyle geçirdikleri hâlde, daha önce hiç karşılaşamamışlar. İkisi de hemen aynı tarihlerde, 1929-30’larda Hz. Üstad’ı Barla’da ziyaret ettikleri hâlde, hiçbir zaman yüz yüze gelememişler. Tam 40 yıl sonra Ankara’da bizim de bulunduğumuz bir ortamda birbirlerini ilk defa yaşlanmış halleriyle ve emekli askerler olarak gördüler. 1971’de Ankara’da Dışkapı Nur Apartmanı’ndaki dersanede karşılaştılar. Hulusi Ağabey Ankara’da misafir olarak bulunuyor, Refet Ağabey ise Ankara’nın Cebeci semtinde kızının yanında ikamet ediyordu. Bu tarihî anda bulunmak nasip olmuştu bize. Hatırladıklarım şunlar: İki büyük ağabey, Mektubat ve Lem’alar kitaplarından tefeül ettiklerinde kerametkârane birbirlerine ait kısımların çıktığını hatırlıyorum. Malum olduğu üzere Mektubat daha çok Hulusi ağabeyin sualleriyle, Lem’alar ise Refet ağabeyin sualleriyle doludur. Hulûsi ağabeyin bir mektubu şöyle: “Aziz, muhterem, müşfik ve mükerrem Üstad’ım! On Dördüncü Lem’a’nın Birinci Makam’ını teşkil eden iki mesele bence çok mühimdir. Bu dersin takrir ve tahliline vesile olan Re’fet Bey kardeşimizden Allah razı olsun! Hulûsi” (Barla Lâhikası, 153) Bazen karşılıklı lâtife yapıyorlardı. Bir ara Hulûsi Ağabey, Re’fet ağabeye: “Risale-i Nur talebelerinin Şeyhi” diye iltifat etti. Re’fet Ağabey de o letafetli diliyle: “Yok, yok! Ben Şeyh değil, şeyim şey...” diye gülerek cevap verdi. Re’fet ağabeyin kulakları az işittiğinden sohbet daha da lâtif hâl alıyordu... O sırada yanımda kayıt aleti olmadığından, maalesef bu uzun sohbetlerinin tamamını aklımda tutamadım. ANKARA’DA ACİP BİR HADİSE Hulûsi ağabeyin Üstad’tan dualı olduğunu, hiçbir zaman karakola bile çağrılmadığını duymuştum. Teyiden anlatıyorum: Hulûsi ağabeyin bir Ankara ziyareti oldu. O sırada Ankara’da okuyan üniversiteli talebeler olarak acip bir hadiseye bizler de şahid olduk. “Hulûsi, seni vermeyeceğim” diyen Üstad’ın duasının makbuliyetini, açıkça ve hayretle müşahede ettik. Şöyle: Fevzi Allahverdi ağabeyimizin kaldığı Dikimevi semtindeki dershanedeyiz. Sene 1971 veya 72 olabilir. Hulûsi Ağabey uzunca bir ders yaptı, sonra Kur’an’dan bir aşr-ı şerif okuttu. Secde ayeti okunduğundan, kendisi imam oldu, cemaate tilâvet secdesi yaptırdı, divana oturdu. Sonra hiçbir şey söylemeden birden ayağa kalktı, gidiyoruz dedi. Biz de arkasından kalktık dersaneden topluca ayrıldık. Hulûsi Ağabey henüz ayrılalı 10 dakika olmadan, dersaneyi polisler bastı. Ama nafile… Üstad’ı Bediüzzaman, “birinciliği hep muhafaza eden” bu kıymetli talebesini Allah’ın lûtfuyla yine vermemişti. (Bu hadisenin teyidini Feyzi Allahverdi ağabeye de yaptırdım. Hadisenin en yakın şahidi odur. Ö. Özcan) Hulûsi Ağabey vefatına kadar büyük kalabalıklara Risale-i Nur dersleri yaptığı, üstelik çok tanınmış bir Nurcu olduğu hâlde, en küçük bir sorgusunun dahi yapıldığını duymadık. Bunu herkes bilir. Gerek Üstad’ımızın sağlığında, gerek vefatından sonra takibata uğramayan, en azından karakola çağrılmayan (hem de bazıları defalarca) başka bir ağabey yok gibidir. Hulûsi Yahyagil ağabeyle ilgili hatıraların tamamı, Ağabeyler Anlatıyor cilt 1 kitabından okunabilir.