MEHMET GÜLIRMAK Mehmet Gülırmak Ağabey 1911 Isparta doğumludur. 30 Mayıs 1997 tarihinde İzmir’de vefat etmiştir. Mezarı İzmir Karşıyaka kabristanındadır. Daha 14 yaşında iken Bediüzzaman’ın hizmetine girmiş ve senelerce “Nur Postacılığı” yapmıştır. Nur’un üç mühim erkânı “Hüsrev, Refet, Rüştü” ağabeyleri de Hz. Üstad’a ilk defa Gülırmak Ağabey götürmüş... Said Nursi’nin Barla, Isparta, Eskişehir hayatlarıyla alâkalı anlattıkları pek kıymetlidir. Mehmet Gülırmak Ağabey, İzmir’de önceleri Ballıkuyu semtinde, vefatından evvel de Karşıyaka’da torununun yanında ikamet ediyordu. Çocuk yaşında, Üstad’ımızın “Nur Postacılığı”nı yapan Mehmet Gülırmak hatıralarından da anlaşıldığı gibi, çok safi kalp ve çocuk tabiatındadır. Fakat çok sadakatli bir mizaca sahiptir. Sesi çok etkileyici… Vahşi Şaban ağabeyin sesine, üslûbuna benziyor. Vahşi Şaban (Akdağ) Ağabey, hatıralarında Gülırmak ağabeyden lâkap olarak “Deli Mehmet” diye bahsetmektedir. MERHUM MEHMED GÜLIRMAK’I MUSTAFA BİRLİK AĞABEY ŞÖYLE ANLATIYOR: “Mehmet Gülırmak ağabeyle bizim uzun bir zamanımız oldu. 1956 yılında İzmir’e gelirken, Üstad bizim adresimizi vermiş. Gelirdi, görüşürdük... Ehl-i hal bir kimse idi, deli değil... Hâle mağlûp, dinine bağlı, çok enteresan bir insandı. Kendisi tarikattan gelme, 12-13 yaşlarında Hacı Ali Efendi’ye mensup... “Üstad’ımız Barla’ya gelince ziyaretine gidiyor, tanışıyor. Çok acayip ve enteresan halleri var, ama kesin olarak deli değil. Şuurlu bir kimse... Hareketlerine Hz. Üstad lâtife olarak: ‘Muhammed, senin kafa tahtaların seyrek döşenmiş!’ diye lâtife yaparmış. “İktisat Risalesi’ndeki bal yeme hadisesini de şöyle anlatırdı: ‘O zaman genç ve bekârdım. O balı aslında kaşık kaşık ben yedim. Sonunda Hüsrev, Refet, Rüştü efendilere birer kaşık verdim’ derdi. Çok akıllı bir insandı.” Mehmet Gülırmak ağabeyin uzun hatıralarından bazı bölümler: ÜSTAD’IN MANEVİYATI BENİ ÇEKİYORDU “Hz. Üstad’ı kimden duydunuz ve ilk defa Üstad’a nasıl gittiniz?” “Kendi halifem Hacı Ali Efendi’ye vardım, dedim: ‘Şeyh Efendi! Bir türlü kendimi yenemiyorum. Adam beğenmemek değil, ama Barla’da bir zat-ı mübarek var. Evliyaullahtan… O beni çekiyor, şiddetli surette çekiyor.’ Şeyhim: ‘Benden de selâm söyle, benim namıma elini öpüver, ben de gideceğim inşallah’ dedi. Sonradan Şeyh Mustafa’yla beraber o da gitti Üstad’a, hatta Barla’ya varmadan Karacaahmet’te Üstad karşılıyor onları, orada kucaklaşıyorlar. Şeyhimin elini öptüm, helâlleştim. Barla’ya gittim, akşam ezanına yakındı. Baktım Üstad ve cemaat caminin kapısı önünde bekleşiyor. İki elini öptüm, ‘Aleykümselâm Muhammed! Yavrum ağzın da oruç… Kaç saatten beri yayan geldin? İnşaallah akşam namazını kılalım, iftarını açtıracağım’ dedi.” (Yıl olarak 1927 veya 28 olabilir.) RİSALE-İ NUR’A BAŞLIYORUZ. SEN DIŞTAN, BEN İÇTEN… “Isparta’dan Barla’ya yayan mı geldiniz? O zaman kaç yaşındaydınız?” “Isparta’dan Barla’ya yayan geldim. O zaman 14-15 yaşlarında idim. Akşam namazını Üstad kıldırdı. Üstad, Hanefî üzerine kıldırırdı. ‘Abdullah Çavuş git benim odamdan biraz ekmek, azıcık pestil al da gel’ dedi. Namazdan sonra Üstad mihrapta mütemadiyen okuyordu, ben de bir köşede iftarımı açtım. Sonra Üstad’ın arkasına oturdum. Üstad yatsıya kadar okudu. “Yatsıyı da kıldıktan sonra: ‘Yavrum! Bir post altına, bir post da üstüne yorgan al, birini de yastık yap’ dedi. Camide tabut, teneşirler var. Köylüler: ‘Efendim, daha çocuk bu, camide tabutlar var, korkar bu!’ dediler. Üstad: ‘Yok yok! Hadi git yat, korkmaz’ dedi. Neyse yattım, Üstad’ı rüyamda gördüm. Sabah namazı vaktinde Üstad geldi, namazı kıldık, ‘Gidelim odaya’ dedi. Koluma bir girdi Üstad, sıkıca kolumu tuttu, geçtik. “‘Yavrum, Risale-i Nur’a başlayacağız, bizim kafadan olanları yazalım.’ Dedim: ‘Efendim, Haştemlerin Hüsrev var. Hüsrev, Haştemoğullarından, babası Isparta’nın beyiymiş. Beş vaktini kılıyor, Ulu Cami’den çıktı mı illâ beni kardeş olalım diye kucaklıyor’ dedim Üstad’a... Üstad kâğıt kalem çıkardı, gözlüğünü de taktı. Üstad yamuk yamuk yazardı, ‘Haştemlerin Hüsrev, yüzbaşı tekaüdü Refet Bey, Örenlerin Rüştü Efendi, Kürt Bekir Ağa...’ Aklıma gelenleri birer birer yazdırdım. ‘Muhammed! Gayrı durma sen git, onları birer birer buraya celbet. Sen dıştan, ben içten...’ ‘Efendim, ben posta olayım, ben yazıyla uğraşamam, ben senin hizmetçin olayım, canım çok hafakanlıdır benim’ dedim.” SABAHLARA KADAR KÖYDEN KÖYE RİSÂLE-İ NUR TAŞIRDIM “Bu ağabeyleri nasıl çağırdınız Üstad’a?” “Ben gittim, birer birer hepsine, ‘Şeyh Efendi’nin size selâmı var, lütfen sizi huzuruna çağırıyor’ dedim. Hepsine güzelce anlatıyor, ‘Sana hususan selâmı var’ diye teşvik ediyorum. Onlar da birer birer ziyarete gidiyorlar. Onlar risaleye başladılar, ben posta oldum. ‘Git filanca köye bu kitapları teslim et.’ Ben gider, gece yarısı teslim ederdim. İslâmköy’e, Kuleönü’ne... Gece giderdim ben, sabah namazını Üstad’ın arkasına yetişirdim. Gece vakti nasıl giderdim, nasıl varırdım, bilmiyorum! Mehmet Gülırmak ağabeyin kıymetli hatıraları Ağabeyler Anlatıyor cilt-2 kitabından okunabilir.