MATEMATİK ÖĞRETMENİ HÜSEYİN TAMER Öğretmen Hüseyin Tamer hocamız, 1919 Aydın İncirliova doğumludur. 26 Mart 2013 tarihinde İzmir^de vefat etmiştir. Emekli matematik öğretmenidir. Hüseyin Hocamız, Üstad Bediüzzaman Hazretlerini iki defa ziyaret etmiş. İki defa da nurculuk suçundan dolayı sürgüne gönderilmiş. ZARFIN İÇİNE RİSALE-İ NUR’DAN BİR YAZI KOYMUŞTUM… Hüseyin Tamer anlatıyor: Aydın Sanat Enstitüsünde matematik öğretmeni iken Isparta’ya tayinimi çıkarttılar. Yani Isparta’ya kendim isteyerek gitmiş değildim. Hadise söyle olmuştu: Okul arkadaşlarımızdan birisi İstanbul’da öğretmendi. Öğretmenlikten ayrılmak istemiş, bunu bir mektupla bana da bildirmişti. Ben de cevap olarak, öğretmenliğin daha önemli olduğunu, talebelerin manevi olarak yetiştirilmesi için öğretmenliğin iyi bir vesile olduğunu yazmıştım. Aynı zarfın içine de Risale-i Nur’dan bir yazı koymuştum. Birkaç sayfadan ibaret olan bu yazıyı bir kardeşimiz daktiloyla yazmıştı. Mektubu gönderdim ama o arkadaştan tekrar bir cevap gelmedi. Bir müddet sonra sınıfta ders işlerken hademe geldi ve “Hocam müdür bey sizi çağırıyor” dedi. “Dersten sonra gelsem olmaz mı?” dedim. “Yok, hocam hemen çağırıyor. Ankara’dan müfettişler gelmiş, sizinle görüşmek için bekliyorlar” dedi. Artık çocukları meşgul edecek bir görev verdim ve gittim. Aydın Sanat Enstitüsünde idare bölümü; okula bitişik, ayrı bir binada idi. Dışarı çıktığımda müdür o küçük binanın dış kapısında beni bekliyordu. “Hüseyin Bey, benim odada iki müfettiş var. Seni bekliyorlar. Ben baş muavinin odasındayım” dedi. Kısa bir hoş beşten sonra birisi hemen çantasını açtı. Mektubu çıkarıp bana uzattı ve “Bu mektup sizin mi?” diye sordu. “Evet” dedim. “Bu mektubun mahiyetini açıklar mısınız?” dedi. Açıkladım. “Ama bu iki sayfadan bahsetmiyorsunuz. Hem bunlarda imzanız yok?” dedi. Dedim “Onlar benim ifadelerim değil. Bunlar dini bilgilerdir.” “Bu bilgileri nereden biliyorsunuz?” dedi. Ben çeşitli kitaplar okurum. Ramazan Paşa Camii’nde (Aydın) vaazlar dinlerim. Buralarda dinlediklerimi, okuduklarımı, hoşuma gidenleri arkadaşıma da bildirdim. Benim şahsi ifadelerim değildir” dedim. Daha birçok şey sordular. Onlara siyasi mahzuru olmayacak cevaplar verdim. Sonra, “Biz şimdi Ticaret Lisesi’ne gidiyoruz. Sen öğle tatilinden sonra oraya gel, konuşmamıza orada devam edelim” dedi ve gittiler. Ben Aydın’da öğretmen olduğum için orada oturuyordum. Ama İncirliova’da da evimiz vardı, babamlar orada oturuyorlardı. Biz hafta sonları ve tatil günleri oraya gidiyorduk. Benim esas kitaplarım orada idi. Aydın’a yeni taşındığımız için kitaplarımı henüz getirmemiştim. İşte ben o yemek paydosunda, doğruca İncirliova’ya gittim. Kitaplarımı gerekli yerlere sakladım ve döndüm. Ticaret Lisesi’ne gittiğimde beni bekliyorlardı. Tekrar ifadeler, ifadeler... Ve neticede bu hadiseden dolayı beni sürgün olarak Isparta’ya tayin ettiler. “MUALLİM İKİ TÜRLÜDÜR” Üstad Hazretlerini Isparta’dayken iki defa ziyaret ettim. Isparta’ya gittiğim ilk yıllarda, kardeşim Necati, Isparta’ya, benim yanıma gelmişti. İkimiz Üstad Hazretleri’ne gitmeyi arzu ettik ve bu ziyaret işlerini organize eden Şevket Bey’in bakkalına vardık. Onlar kitap defter gibi şeyler satarlardı; ama asıl işleri boya-badana malzemesi satmaktı. Orada Üstad’ın halkla temaslarını sağlayan 4-5 kişi vardı. Mesela yardımcısı olan oğlu, gelenleri Üstad’a götürürdü. O, gidişimizle ilgili şöyle bir açıklama yaptı: “Ben önden gideceğim. Siz beni uzaktan takip edin. Giderken pardösünüzü kolunuza alın, dönüşte giyersiniz. Ulu Cami’den Kuzeye doğru giderken yol üstünde başka bir cami var. Ben o camiyi geçince münasip bir yerden bakarım. Durum münasipse köşeden dönerim. Kapı, caminin sağ tarafında 30-40 m kadar ileridedir. Ben orda sizi beklerim. Siz beni kapıda görünce ben içeri girerim. Siz de doğruca o kapıya gelin. Ben sizi hemen içeri alırım.” Planı, aynen söylediği gibi tatbik ettik ve Üstad’ın evine girmeyi başardık. Üstad Hazretleri karyolasında oturuyordu. Biz huzura girince doğruldu ve “Hoş geldiniz” dedi. Yanında daha evvelden tanıdığımız kardeşler vardı. İsimlerimizi, mesleğimizi sordu. Onlardan birisine emretti ve bir Sözler kitabı getirtti. Kardeşimiz münasip bir yerden okuyuverdi. Sonra Üstad, şöyle bir izahta bulundu: “Şarktan, uzak yerlerden beni ziyarete geliyorlar. Ben onları kabul etmedim. Onlara ‘Beni ziyaret etmenize lüzum yok. Kitaplarımı okuyun. Daha çok istifade edersiniz’ dedim. Ama siz muallim olduğunuz için, hususan sizi kabul ettim.” Sonra, “Muallim iki türlüdür. Birisi minarenin şerefesi gibi yüksektir. Diğeri kuyunun dibindedir. Siz yüksekte olanlardansınız” dedi. Böyle ifadelerle bizi bazı hususlarda yönlendirmiş, bazı hususlarda da muhafaza etmiş oldu. Ulvi duygularla meşbu olarak dinledik biz Üstad Hazretlerini. Üstad Hazretlerini bir defa daha ziyaret etme fırsatım oldu. Aşağı yukarı aynı şekilde konuşmalar geçti aramızda. Hatıraların tamamı Ağabeyler Anlatıyor cilt-5 kitabından okunabilir.