Mesnevi-i Nuriye Dersleri - 25 : Katre - 8.Ders | Prof. Dr. Şener DİLEK ile Marifet Nurları

submitted by Mehmet ER on 09/19/23 1

📌 Prof. Dr. Şener DİLEK ile Marifet Nurları 💥#MESNEVİİ #NURİYE #DERSLERİ-25 #KATRE-8.DERS 📕Risale-i Nur Külliyatından Mesnevi-i Nuriye 🖋️Müellifi: Bedîüzzaman Said Nursi ✒️Mütercimi: Abdülmecid Nursî __________ (KATRE - Birinci Bab) Ve keza kâinatın ihtiva ettiği bütün enva ve ecza ve zerratı istila eden hudûs, bir muhdis ve bir mûcidi iktiza eder. Ve keza kâinat bütün eczasıyla beraber gayr-ı mütenahî eşkâl ve vaziyetlere kabiliyeti, ihtimali, imkânı varken bu şekl-i hazıra girmesi elbette bir Hâlık-ı Vâcibü'l-vücud'un ihtiyar, irade ve tercihiyle olmuştur. Ve keza büyük bir fakr u ihtiyaçta bulunan kâinatın enva ve eczasına lâzım olan işlerini, hâcetlerini evkat-ı münasipte مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ îfa ve is'af etmek, bir Rezzak-ı Kerîm'in vücub-u vücuduna delâlet eder. Ve keza kâinat; umumî ve hususi, maddî ve manevî pek büyük ihtiyaçlar içindedir. Gerek vücuduna ve gerek bekasına lâzım şeyleri, işleri görmekten âcizdir. Bu gibi matlublarının şuuru olmaksızın yerine getirilmesi elbette Rahman-ı Rahîm ve Vâcibü'l-vücud bir Sâni'-i Hakîm tarafındandır. Ve keza kevn ü vücudda imkân, kesret, infial mertebeleri vardır. İmkân mertebesi, vücub mertebesine bakar ve onu istilzam eder. Kesret mertebesi, vahdet mertebesine nâzırdır, onu iktiza eder. İnfial mertebesi, fâiliyet mertebesine mütevakkıftır. Bu mertebeler arasındaki istilzam, bizzarure vâcib, vâhid, faal bir Hâlık'ı iktiza ve istilzam eder. Ve keza bakıyoruz ki kâinatta herhangi bir şey, hadd-i kemale vâsıl olmayınca hareket etmekten durmuyor. Kemaline vâsıl olduğu zaman hareketi terk edip sükûnda oturur. Bundan anlaşılıyor ki vücud kemali ister, kemal de sübutu iktiza eder. Öyle ise vücudun vücudu kemal iledir. Kemalin kemali de devam ile olur. Öyle ise bir Vâcib-i Sermedî, Kâmil-i Mutlak var ki mümkinatın bütün kemalâtı, onun nur-u kemalinin cilvelerine birer gölgedir. Öyle ise Cenab-ı Hak zatında, sıfâtında, ef'alinde kâmil-i mutlaktır. Ve keza her şeyin bâtını zâhirinden daha latîf, daha şeffaftır. Bu ise Sâni'in o şeyden hariç ve baîd olmamasına delâlet eder. O şeyin sair eşya ile nizam ve muvazenesinin Sâni'i tarafından temin edildiği cihetle de Sâni'in o şeyde dâhil olmamasını iktiza eder. Öyle ise bir masnuun zatına bakılırsa Sâni'in ilim ve hikmeti görünür. Gayrısıyla birlikte bakılırsa Sâni'in fevka'l-küll bir sem' ve basara mâlik olduğu görünür. Bu hakikatten anlaşıldı ki: Sâni'-i âlem, âlemde dâhil olmadığı gibi âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudreti ile her şeyin içinde olduğu gibi her şeyin fevkindedir. Bir şeyi gördüğü gibi bütün eşyayı da beraber görür. Bu hakikatler, kavs-i kuzah renkleri gibi macun, birtakım nurani âyetlerdir. Kâinat bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Hâlık'ın vücub-u vücud ve vahdetine delâlet ve şehadet eder. Evet, kâinat o Hâlık'ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef'alinin âsârıdır. Arkadaş! Kâinatın şu geçen hakikatlerin lisanıyla söylediği اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ delailiyle لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ ı ispat eder. Ve keza فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ hakikati مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ ı istilzam ediyor. مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ da imanın beş rüknünü tazammun ettiği gibi sıfat-ı rububiyete de mazhar ve mir'attır. Bu sırra binaendir ki مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ imanın mizan ve terazisinde لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ile karin ve muvazi olmuştur. Nübüvvet, sıfat-ı rububiyete nâzır ve mazhar olduğundan umumî bir câmiiyete mâliktir. Velayet ise hususi ve cüz'îdir. Aralarındaki nisbet ‎ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ‎ ile ‎ رَبّ۪ى‎ arasındaki nisbet gibidir ki birisinde izafe umumîdir, ötekisinde hususidir. Veya arzdan arşa olan mi'racla secdedeki mi'rac arasında veya arş ile kalp arasındaki nisbet gibidir. Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz bürhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlub olan vücub-u vücud ve vahdet, o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden bürhanların her birisi, parmağını uzatıp matlubun hak ve sadık olduğuna imza atıyorlar. O bürhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf bürhanların zafiyeti zâil olur. Zâil olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür. Maahâzâ bürhanların heyet-i mecmuasına terettüp eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz'iyetine işaret olup matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binaenaleyh bir bürhana bakıldığı zaman zafiyetten dolayı vehimler baş gösterirse öteki bürhanlardan süzülen kuvvet ile ortada zafiyet kalmaz, vehimler de dağılır. Maahâzâ bazı bürhanlar suya benziyor, bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh bu gibi bürhanları gayet latîf ve dikkatli, ince bir fikir ile arayıp tutmalıdır ki dökülmesin, sönmesin, uçmasın. Risale-i Nur-Mesnevi-i Nuriye/59-61

Leave a comment

Be the first to comment

Email
Message
×
Embed video on a website or blog
Width
px
Height
px
×
Join Huzzaz
Start collecting all your favorite videos
×
Log in
Join Huzzaz

facebook login
×
Retrieve username and password
Name
Enter your email address to retrieve your username and password
(Check your spam folder if you don't find it in your inbox)

×